27 Aralık 2011 Salı

afganistan çağıltısı




Bütün âzalarını harbe çağır
Sofran açılsın, elin şehit ballarından alsın

Saraylar, damlar yeniden kurulsun 
Ağaçlar içinden akan nehre 
Dal çık günde bin kere ve gecelerde 
Omuz başlarını denetleyen defterlerden yalnız sağdaki kalsın 

Kalem yazsın yazsın 
Küheylan bir aşık ol 
Öyle yalvar ki ellerim zahmet balyalasın 
Kaslar şehit dalgaları ve haykıran kan 
Başlasın vuslat gününü toprağa 
Başlasın hatırlatmaya denize kumsalını 

Şimdi üzgünüz arkadaş 
Yolumuza çıkmayın üzgünüz... 

Hava çok hoş denizin tuttuğu yerler derin 
-Konuş şimdi zaman hiç geriledi mi 
Hava çok hoş kuşların tuttuğu yerler berrak 
-Konuş şimdi daveti duydun mu 
Bir gece uyandın ki ellerin başaklarda 
-Konuş şimdi açık ağzına o gül yaprağı konan şehidi gördün mü 
Çoktan hayretle dondu kaldı bağlar ovalar 
-Konuş şimdi bekliyor mu yalın ayak çocukları ağacında buğday 

Hava çok hoş insanın tuttuğu yerler azar azar 
Kalbin zengin davetleriyle oynar 
Çocuklar o anda çok yakında bakarsın bir aşk sayhasında 

Yaslanırlar güzel anaların kollarına 
Hava çok hoş başın tuttuğu idrak yanımızda 

Adamlarımız yiğit 
Kadınlarımız hamarat 
Çocuklarımız dolu bilinç harmanı 
Köpeklerse sayılı 

Elimizde cahiliye dönemi sonrası bir pala 
(Kavmiyetçilik etme dedik ucu kırılır) 

Kırıldı da 
Şimdi severiz türkmeni peştunu 
Onarılmış gerilmiş bileylenmiş ve doğramakta 

Isın gökyüzü ısın 
Çocukları kavrulmuş kadınlar yeniden hamarat yeniden gebe 

Bunlar gübre insan değil 
Gömlekler çelik zırh 
Öyle bir çalgı çaldılar ki 
Seslerin çağırıp koyunlara bile 
Koyduğu zehirli gaz rüyaları 

Analara şaşkın çocukların 
Üç beş yaştakilerin 
Yüzleri harp yarası 
Harp yanığı 
Ama öpülmekte okşanmakta yanakları 

Hangisi hangisine mübadil 
(Dünya bu olamazdı) 
Hangisi özne hangisi edilmiş gelinmiş bilinmemiş 
Yağmur peyderpey kar tane 
Gamzem oyuyor düşüncemi 
Kime eşitim nasıl nerdeyim 
Gamlanmaktayım 

Hayır bir tereddüttü geçti 
Füsun bu karadağ mağdeni 
İsyan muannit 
Mösyö sevinçli mister memnun ağa yarı tok köylü sarı yaprak 
Millet üzgün 

Hani dengeler kuracaktık 
Batının kızıl ulusları bin dokuz yüz seksen kölelik yapmak istemiyorum 

Bu kahveniz 
Yıldızlarınız şapkanız 
Buyrun unutmuş olmalısınız dehanız şerefiniz 
Buyrun cep feneriniz 
Buyrun boynumuzdaki halkayı tutunun 
Ve semirin 

Hani dengeler kuracaktık 
Hani çağdaş uygarlıklardan tutunacaktık 
Hayır batının ulusları kızıllarla karışık 
Bin dokuz yüz seksen bay batıya buna şuna 
Cennetlik yapmak istemiyorum 
Çevir tarihi çevir 
Bin dört yüz BİR 

Bu kafa ne zaman köreldi 
Çalınanlar siren besteleri 
İmdatlarla düşün 
Bu anne asla merhamet dışında 
Gözleri nemli olmamıştı 

Hayır batının ulusları yıl bin dokuz yüz seksen değil 
Bin dört yüz bir 
Fakat beş yüz yetmiş dokuz yıl geçmiş değil 
Ne bir karışıklık var 
Ne bir dev rüya görmüş 
Değil 

Kıraç bir yamacı bir ekspres kıymıklıyor gibi 
Tünellere ses basılmış değil 
Elbette bunlar değil 
Yazmaktan çektiğim yalnızlık da değil 
Bahsi kapatalım ve yatalım için de değil 
Hiçbir şey değil hiç biri değil 

Anlatabildik mi arkadaş. Acaba 
Körebe bitti duvarı kaldır at 

Haydi zemini düzledik alt yapısını kurduk savaşın 
Dikil yanıma 
Ellerimizde birer çakıl taşı 
Onlarla dikilelim karşı karşıya 
Yüzlerimizin kefen örtülerini yırtalım baştan başa 
Görürsün berrak içi 
Derisi yüzülmüş kan gibi yüzlerimizin 
Bu harp başka 

Kim diyorsa ki batılılarla başımız bir taşta 
Cellatlarla aynı kaptan yiyoruz 
Aynı kirli hava 
Aynı kafa ayağımızın bodrumunda 
Hayır arkadaş bu hesap bambaşka 
Ne son aylardayız ne bu son gün 
Sanki dünya bir tek kaldırıp vuracağım gürze gebe 

Gözleri yumuşak yüzü yorgun bileği sert toprak 
Sanma ki harp derdinden geçtim 
Düşünme ki dökeceğin kanlar hunhar 
Derimin altında ne belalar baygın 
Bir devlet taşıyorum başımda 
Bu ev bana dayanmaz 
Çöker kızıllar kuduran inleri dünyanın 

Arkadaş 
Şimdi yalnız savaş

Cahit Zarifoğlu

24 Aralık 2011 Cumartesi

kızlarağası medresesi, çemberlitaş


Artık bizler, etten kemikten değil, ahşaptan insanlarız. Bizi manevi şeyler değil; ancak boya, cila, vernik gibi şeyler güzel ve çekici gösterebilir. Örneğin; bir polis memurunun takım elbise giyenle, el örmesi süveter giyene davranışı aynı mı? Kırgınım. Ve bunun ne anlama geldiğini henüz ben de bilmiyorum. Dışarıda kar yağıyor. İçerisi neredeyse bomboş. 'Rabbim, sen olmasan / kimin aklına gelirim ben'i çoğaltmaya çalışırken; bir kedi geldi, boş boş bana baktı. 'Buyur' dedim, 'buyur ki kendimi bir şey sanayım...' 

Ben de buranın yabancısıyım
Diyecektim, demedim.

Uçuş Denemeleri, İbrahim Tenekeci

dünyaya çarpmak


Nerede bir cenaze görsem, vaktim müsaitse eğer, hemen cenazenin peşine takılıyor, namazını kılıyor, hakkımı helal ediyor, mezarlığa gidiyor, gömülene kadar rahmetlinin yakınıymış gibi davranıyorum. Bir cenaze daha. Cenaze arabası önden gitti, yirmi kişi kadar olan bizler, camiye yürüyerek gittik. Yolda, döviz bürosunun önünden geçerken, neredeyse herkes, başını döviz bürosunun elektronik panosuna çevirdi ve o an, grup biraz yavaşladı. Ben, hemen önümdeki hacı amcaya çarptım. Aslında hacı amcaya değil, dünyaya çarptım.

Uçuş Denemeleri, İbrahim Tenekeci 

22 Aralık 2011 Perşembe

yemek + sigorta


Bütün acılar sahiplerini bulur
Ama sen bunu zaten biliyorsun
Ben bildiğimi unutuyorum seni öğrendikçe
Dilimin dönmediği kelimelerle anlatıyorum
Her yöne sınırsız bir yalnızlık var elimizde...

Korkma yaşayacaksın ey aşk
Yemek artı sigorta ya da bu sefer başka
Yakalanırsan beni tanımıyorsun
Gözlerimin ispiyoncu hali ve tekrar tekrar İsa
Güvenli bir yer bulana kadar gel bende saklan

İpuçlarını birleştiriyor ölüm, çember daraldı
Sessiz ama sakin değilsin ruhun dağlı bir komitacı
Bana bir adım atsan yolunu kaybedersin
Aklında tut Mecidiye'de uygunsuz bir dut ağacı
Lâtilokum, sıradaki şarkı, antevasin...

Bakma bana sen, ben tıbben mümkün değilim...

Furkan Çalışkan

sessiz, hareketsiz, karanlık



Migren ağrıları, vasküler baş ağrısı olarak bilinen, basit migren, klasik migren, oftalmoplejik migren ile baziler migreni küme baş ağrısı olarak bilinen, daha çok yaşlı erkekleri etkileyen ender görülen acımasız bir hastalığı da içeren, daha geniş bir ağrı sendromu kategorisinde yer alır. Vasküler baş ağrısı olarak adlandırılmalarının nedeni, ağrının kafa derisine, duraya (kafatasının iç zarı) ve beyne kan götüren atardamarlardan kaynaklanmasıdır. Vasküler baş ağrısı, damarların büzülmesi evresi ve damarların genişlemesi evresi olmak üzere iki ayrı evreden oluşur. Büzülme evresinde kan damarları serotonin adı verilen bir kimyasal hormona tepki vererek daralırlar. Serotonin, sinir iletici madde (nörotransmitter) olarak bilinen bileşikler sınıfına dâhildir; bu madde sınıfında ayrıca, şizofreni ve Parkinson hastalığında rol oynayan sinir iletici maddelerden dopamin ve epinefrin (daha yaygın adıyla adrenalin) de yer almaktadır. Duyarlılığı olan kişi, özellikle kırmızı şarap, peynir ve baklagiller gibi belli yiyeceklerde bulunan baş ağrısı "tetikleyiciler"ine maruz kaldıktan sonra serotonin salgılanır. Diğer baş ağrısı  tetikleyicileri arasında, kafein ya da monosodyum glutamat, alerjenler (polenler, toz akarları), hormon değişiklikleri, kafa travmaları, psişik stres, aşırı güç harcama ve uzun süren uykusuzluk yer almaktadır. Damarların büzülmesi evresinde, kafa derisine ve beyne giden kan kısıtlanır. Beyne giden kanın yavaş akışı, hastanın migren auraları diye bilinen tuhaf bir duygu hissetmesine neden olsa da bu evre ağrısızdır. Auralar; kaygı, sersemlik hissi, beden dışı deneyimler, çarpık uzamsal algı gibi farklı biçimlerde ortaya çıkabilir: Basit görsel halüsinasyon da oldukça yaygındır. Migren sırasında, kan akışındaki azalma çok ender olarak felce de neden olabilmektedir. Damarların büzülmesi sona erdikten sonra, atardamarların birden genişleyip kana boğuldukları ikinci evre başlar. Bu genişleme, açlıktan ölmek üzere olan bir adamın sekiz tabak yemek birden ısmarlamasına benzer biçimde, beynin damarların büzülmesi evresinde, yaşanan kan azalmasını fazlasıyla telafi etme çabası olabilir. Hassas atardamar duvarları, normalin iki katına kadar genişlediğinden, migren hastası işte bu genişleme evresinde ağrı çeker. Atardamarlar, sinirlerini alın bölgesi ile gözlerin duyarlılığını sağlayan üçlü sinirin üst dallarından alır. Bu sinirler, damarların gerilmesiyle oluşan ağrıyı ağırlıklı olarak gözlere ve yüzün üst bölümüne iletir. Migren ağrıları, hastayı tümüyle aciz bırakan başka bir rahatsızlıkla birinci dereceden akrabadır: Daha sonra ele alacağımız, trigeminus (üçlü) nevraljisi ya da yüz nevraljisi gibi. Migren de yüz nevraljisi de üçlü sinir tarafından yönetilen sefaljilerdir. Migren ağrısı atardamarlardan başladığı için başın döndürülmesi, damarların ağrıyan duvarlarını daha da gererek ağrıyı şiddetlendirebilir. Kalp atışıyla birlikte, ağrının hem sıklığı hem de şiddeti azalıp çoğalabilir. Hızlı ve düzensiz atan nabız, migren ağrısını daha da şiddetlendirecektir; bunu kişisel deneyimlerime dayanarak doğrulayabilirim. Kalp ritminin gücünü ve hızını artıracak her şey ağrıyı da vurgulayacaktır. Tüm diğer migren hastaları gibi nöbet geldiğinde benim de mümkün olduğunca sessiz ve hareketsiz kalmaya çalışmamın nedeni de budur. Yıllar önce, akut mide bulantısıyla tuvalete koşmam gerektiğinde, kalbim o kadar hızlı çarpmaya başlamıştı ki damarlarımın zonklamasıyla, başımın tepesinin patlayacağını zannetmiştim. Sonraları bu hatayı tekrarlamamaya çalıştım. Genişleme evresi birkaç saat sürmekle birlikte, baş ağrısı günler süren bazı şanssızlar da vardır. Akut baş ağrısı dindikten sonra, migren kurbanının başında çoğu zaman kronik ama dayanılabilir bir vurma hissi ve ağır bir bitkinlik duygusu kalır. 

Canımız Neden Yanar?, Dr. Frank T. Vertosick Jr. 

4 Aralık 2011 Pazar

bilimsel



Sütlerin nereye gittiği çok geçmeden anlaşıldı. Sütler her gün domuzların lapasına karıştırılıyordu. Elmalar artık olgunlaşmaya yüz tutmuşlardı; meyve bahçesinin çimenleri rüzgârla dökülen elmalarla kaplıydı. Hayvanlar, doğal olarak, elmaların eşit bir biçimde paylaşılacağını umuyırlardı; oysa bir gün ağaçlardan dökülen tüm elmaların toplanması ve koşum takımlarının durduğu odaya getirilerek domuzlara teslime edilmesi buyuruldu. Bazı hayvanlar homurdandıysa da bir yararı olmadı. Bütün domuzlar, Snowball ile Napoléon bile bu konuda aynı düşüncedeydiler. Öteki hayvanlara gerekli açıklamaları yapmakla görevlendirilen Squealer, "Yoldaşlar!" diye haykırdı. "Umarım, biz domuzların bunu bencilliğimizden, ayrıcalık düşkünlüğümüzden yaptığını sanmıyorsunuzdur. Aslında çoğumuz süt ve elmadan hoşlanmayız. Ben de hoşlanmam. Bu elmalara el koymamızın tek bir amacı var, o da sağlımızı korumak. Sütte ve elmada domuzların sağlığı açısından kesinlikle gerekli olan bazı maddeler var. Bilim bunu kanıtlamıştır, yoldaşlar. Biz domuzlar düşün emekçisiyiz. Bu çiftliğin tüm yönetim ve düzeninden biz sorumluyuz. Gecemizi gündüzümüze katarak, sizin sağlığınızı koruyoruz. Bu sütleri sizin uğrunuza içiyor, bu elmaları sizin uğrunuza yiyoruz. Biz domuzlar görevimizi gereğince yerine getiremezsek ne olur, biliyor musunuz? Jones geri gelir! Evet, Jones geri gelir! Bundan en küçük kuşkunuz olmasın, yoldaşlar." Sonra da, oradan oraya sıçrayıp kuyruğunu oynatarak bağırdı: "Aranızda Jones'un geri gelmesini isteyen tek bir hayvan yoktur sanırım!" Hayvanların en küçük bir kuşku duymadıkları tek bir şey varsa, o da Jones'un geri dönmesini istemedikleriydi. Domuzları sağlıklı tutmanın önemi çok açıktı. Böylece, tartışma büyümeden, bütün sütün ve rüzgârla ağaçlardan dökülen elmaların (doğaldır ki, olgunlaştıkları zaman ağaçtan toplanan elmaların da) hepsinin domuzlara ayrılması herkesçe kabul edildi.

Hayvan Çiftliği, George Orwell

*fotoğraf trillianaSK'ya aittir.

dünyaya mahsus


Geçtiğimiz hafta, bir kez daha İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne gittim. Her gittiğimde sadece bir bölümü geziyorum. Bu sefer Erken Roma Dönemi'ne ait mezar taşlarının olduğu bölümü ziyaret ettim. Üst rütbeli bir devlet memurunun mezar taşında sadece şu ibare var: "Görevini kötüye kullanmadı." On sekiz yaşında ölen bir kızın mezar taşında ise "On sekiz yıl düzenli bir şekilde yaşadı" yazıyor. Sıradan bir Roma vatandaşının mezar taşında yazan şu cümleyi de notlarımın arasına ilave etmişim: "İyiydi ve birçok meziyeti vardı." Asıl dikatimi çeken ise birden fazla mezar taşında geçen "İyi ve kimseye acı çektirmemiş" ifadesiydi. Bugün Roma denilince aklımıza hoş şeyler gelmiyor olabilir. Fakat altını çizip köşemize taşıdığımız bu dört 'güzel' cümle, 'ihtiyaç listesi' gibi önümüzde duruyor. Güzellik uzmanlarının bile zamanla "çirkinleştiği" bir dünyada, kalıcı güzellik, ancak ahlâkla mümkündür diye düşünüyorum. Güzel ahlâkla... En basit kural: Ahlâksız insan, dünya güzeli seçilse dahi, çirkindir. Çirkine de gölgesi bile düşmandır. Türkçenin en 'güzel' şiirlerinden bazılarına imza atmış olan Ahmet Muhip bir yazısında şöyle diyor: "Elimi dostça omzuna koydum, altında yara varmış; canı acıdı." (Yazılar, Adam Yayınları, 1994) Dünyaya mahsus güzellikler biraz da böyle bir şey... O yüzden "Canımı yakıyor, dünyanın güzelliği" diye yazmış bulunduk.

Tüfeksiz Hareketler, İbrahim Tenekeci