30 Temmuz 2011 Cumartesi

sıfır cevap


Uzunca bir zaman, karşılaştığım ve karşılaşabileceğim her soru için bir cevabım olmasını önemsedim. Şimdi kendime ait soruların varlığıyla yetinmeyi öğreniyorum. Anlıyorum ki bu dünya, cevap verebileceğim türde açık ve anlaşılır sorular barındırmıyor. Vazgeçtim cevaplardan. Ellerimi cebime koyup yerdeki çizgilere basmamaya gayret ederek yürüyorum. Cevaplar için sürekli başkalarının yardımına ihtiyaç duyuyordum, oysa kafamda o kadar çok soru var ki artık etrafımda kimsecikler olmasa da olur. Kutsal bir yalnızlığa yürüyorum şimdi.

Bir Adam Girdi Şehre Koşarak, Tarık Tufan

15 Temmuz 2011 Cuma

az buçuk



Bırakıp dünyanın bana olan aşkını
Bir kâğıdın yere düşmesi gibi
Gittim, insanın yanına vardım
Vardım da bulamadım kimseyi.

Her şey kirlenmiş, yeni evliler bile.
İşte tam burada duralım, bu yerde:
Kimin hatrına açıyor açan,
Bildim de diyemedim kimseye.

Yanık seslilerin söylediği sen,
Güneşe saat soran kocamış dünya
Ben senin her şeyini üç kere gördüm
Gördüm de tutamadım aklımda.

Irmak, akar gider, tutamaz ki aklında.

İbrahim Tenekeci

2 Temmuz 2011 Cumartesi

bosna'nın özgürlüğüne giden yol ve aliya izzetbegoviç (II)


Süreci izleyenler sonuçta Bosna'nın bağımsızlığını kazanmasının bir mucize olduğundan söz ettiler. Gerçekten de objektif şekilde incelendiğinde, eldeki verilerle bu sonucun ortaya çıkması aklen imkansızdı. Aliya bu duruma ilişkin görüş ve kararlılığını, isyan eden ve meydan okuyan cümlelerle, savaşın sonlanmasından bir yıl önce Budapeşte'deki AGİT Zire Toplantısı'nda şöyle ifade ediyordu: "İstiklal savaşlarının askeri ve politik tahlillerle açıklanmayacak bir boyutu vardır. Batılı analizcilerin tahminlerinde sürekli yanılmaları da bundandır. Halkımız özgürlüğü için, hatta daha da ötesi hayatta kalmak için savaşıyor. Bu tür savaşlar çok zordur fakat nadiren kaybedilir. Son 50 yıldır hiçbir bağımsızlık savaşı kaybedilmedi. Bizimki niye kaybedilsin ki? Hiç kimse 150.000 askerimizi hangi yöntemle olursa olsun silah bırakmaya zorlayamaz. Hem bizim için hem de kendi iyiliğiniz için bu faktörü hesaba katmanızı tavsiye ediyorum. Bosna dostlarının bu sözlerden alınmayacağını umarım. Diğerlerine gelince, bunca olup bitenden sonra umrumda bile değiller."

Clinton, Thatcher, Yeltsin, Mitterand ön sırada olmak üzere Miloşeviç ve Tujman da dahil bütün batılı devlet başkanları salondaydı ve pek azı Bosna dostuydu. Kendi kamuoyları kendileri gibi düşünüp istemese de pek çok Avrupalı lider, saldırgan tarafları himaye ediyor, Bosna-Hersek Ordusu cephelerde art arda zaferler elde ettiği halde uluslararası platformlarda Bosna yönetimine yenilgiyi kabul edip anlaşmaya oturma yönünde baskı uyguluyorlardı. Zirve toplantısında meydan okumasının sebebi buydu.

Sırbistan ve Hırvatistan'dan doğrudan destekli Çetnik ve Ustaşa güçleriyle Federal Ordu'nun uyguladığı mezalim, bugün herkes tarafından bilinmektedir. Büyük devletlerin ve uluslararası güçlerin savaşta Bosna Hersek aleyhine dolaylı ve doğrudan saldırganlara sağladığı kolaylıkların ve onun ötesinde işbirliği olarak nitelendirilen tutumlarının bir kısmı ise şu ana başlıklar altında toplanabilir;

1) Birleşmiş Milletler tarafından tanınan ve silahlı gücü bulunmayan bir ülkeye, komşu devletler tarafından alenen saldırıda bulunulmuş ve çok zorlama yorumlarla durum sanki bir iç savaşmış gibi takdim edilmiştir.

2) Bosna-Hersek'in uluslararası güç tarafından aktif müdahale ile korunması gerekirken bu yol çeşitli politik manevralarla engellenmiş ve işlerini bir an önce bitirmeleri için saldırgan taraflar lehine sayısız defa ek süreler icat edilmiştir.

3) Güya savaşın yayılmasını engelleme amacıyla Yugoslavya'nın bütününe uygulanan silah ambargosu ile gerçekte yalnızca Bosnalıların kendilerini savunma hakları ellerinden alınarak saldırgan taraflarla dolaylı işbirliği yapılmıştır. Savaştaki en önemli ve kritik uygulama budur.

4) İkinci dünya savaşındaki Nazi toplama kamplarının benzerlerinin Kuzey ve Doğu Bosna'daki yerleri bilindiği halde bu kamplar çok uzun bir süre görmezden gelinmiş, dolayısıyla buralarda tutulan on binlerce kadın ve erkek sivile uygulanan işkence, tecavüz ve cinayetlere müsade edilmiştir.

5) Ülkeye yerleştirilen BM güçlerinin çoğu duruma seyirci kalmış, sivil halkın korunması amacıyla sonraları sözde "güvenli bölge" ilan edilen altı şehirden ikisi BM güçlerince katiller ordusuna teslim edilmiş, Srebrenica ve Zepa'da soykırıma sebebiyet verilmiştir. Ayrıca Bosna-Hersek başbakan yardımcısı Hakiya Turalic, Saraybosna havaalanından dönerken Sırp faşistleri tarafından BM kontrolündeki yolda BM askerlerince korunan zırhlı araç durdurularak şehid edilmiş ve en küçük bir mukavemet gösterilmemiştir. Dışişleri bakanı Dr. İrfan Lyubiyankiç ise içinde bulunduğu helikopterin Çetnikler tarafından düşürülmesiyle şehid edilmiş, yine saldırganlara bir yaptırım uygulanmamıştır.

6) Bugün için sayısı dört yüzü aşan toplu mezarlara ilişkin cürümler uydu görüntüleriyle birçoğu, katliamlar henüz gerçekleştirilmeden saptandığı halde durum görmezden gelinmiştir.

7) Bütün bu olumsuzluklara rağmen dünyada herkesi şaşırtan bir kahramanlık gösteren Bosna halkının savaş esnasında olağanüstü gayretlerle oluşturduğu Bosna-Hersek Ordusu'nun tabloyu tamamen tersine çevirdiği, taarruza geçtiği ve birkaç hafta daha sürdürülmesi halinde ülke topraklarının tamamını düşmandan temizleyeceği kanaati ortaya çıktığında Bosna yönetimi bombalama dahil birçok çeşitli tehditlerle ateşkes yapmaya mecbur bırakılmış ve böylece saldırganlar en kritik zamanda yine kayırılmıştır.

8) Nihayet bütün taraflara kabul ettirilen Dayton Barış Anlaşması ile canilere büyük ikramiye verilmiş, devletin sınırları bütünlüğünü korumakla birlikte ikili bir yapı ortaya çıkarılmıştır. Toprakların %48.5'i Bosnalı Sırplara verilmiş, karmaşık karar mekanizmalarıyla işletilmeye çalışılan sözüm ona çoğulcu fakat hantal bir delet yapısı meydana getirilmiş, bütün hayati problemler adeta derin dondurucuya atılmıştır.

Rahmetli Aliya, bu anlaşmayı imzalamayı acı bir ilacı içmeye benzetmiş, acılığını saldırgan tarafın yenilgisinin engellenmesi, ilaç nitelemesini ise savaşın, ölümlerin bitmesi ile izah etmiştir. Bir İspanyol gazetecinin, "Size göre savaşı kim kazandı?" sualini ise şöyle cevaplamıştır: "Bizler ahlaki olarak kazananlarız. Askeri galip ise yok. Herkes hem kaybetti hem de kazandı." (Devam edecek)

İhtiyar sayı:6, Bahadır İslam

1 Temmuz 2011 Cuma

biz denize hâlâ inanıyoruz!


ve birlikte ölmek kulağa hoş gelse de
ben atlamayı tercih ediyorum
olur ya denize düşerim
bir gemi geçer

Bittiği vakit çok güzeldi diyebileceği bir hikayesi olmalı insanın. Benim hikayem de bu işte. Toprağın derinliklerine kök salıp koku veren çiçek gibi Mavi Marmara da kalbimin, hayatımın derinliklerine kök saldı. Anneannem, ben daha genç bir delikanlıyken 'Sen sen ol, hiç bir şekilde arkadaşlarını yarı yolsa bırakma!' demişti. Beni gemiye götüren de anneannemin o sözüydü. O sözün sözler içinde bir yeri vardı. O sözü unutursam kendime yabancılaşır, anneannemi de unuturdum. İşte benim 'çok güzeldi' diyebileceğim hikayenin asıl kahramanı anneannem. Sonra kızlarım... Gazzeli Arap kardeşlerine oyuncak bebek gönderen Ayşecik. Bir de Bilge var ve Bilge'nin martısı. Mavi Marmara'daki dokuz şehidi Peygamberimize haber veren martı.

Hikayenin en başına dönecek olursak içimize demir atmış, uzaklara, en uzaklara seyahat eden bir gemi vardı. Sonrası asırların içimizdeki çarpıntısı, atmayan kalbimiz Kudüs... İzinde saklı kaldığımız kimliğimiz. Hayat en güçlü yerlerinden kırılır bazen. Fakat dostlarla yapılacak yolculuğa inanınca kırılmanın, dökülmenin ve hatta parçalanmanın da hiçbir şeyde olmayan kendine özgü bir tadı var. Bir yetim selamı, taze deniz kokusu ve yakıcı bir sabah güneşi... Gazze bunların hepsiydi bizim için. Bir selamımız vardı Gazzeli çocuklara ve mahrem selamımız İmam Şafiî'ye. Selamımızın vekili Allah'tı, biz selamımızı ona emanet ettik.

Aslına bakarsanız Mavi Marmara martılara simit atılmayacak bir gemi de değildi hani, martılar için -onlar denizin sokak çocuklarıdır- diyordu şair. Martılar ki Rasulullah'la aramızdaki irtibat hattıydı. Bir gemi vardı, zulmün gurbetine, bizim içimize seyahat eden. Ve Fettah ismi şerefine asrın kalbini fethe çıkmış gemimiz. Hakan bir şiirin en heyecanlı dizesi oluyordu, Ömer Karaoğlu bir şarkı söylüyordu. Hayat her yanıyla bizden, her yanıyla deniz. Denizse fethin içimize uzayan mavisi. Bosnalı küçük kız Nihada'nın öyküsü zulmün boğazına dayanmış bir bıçaktı elimizde. Küçük general Nafis'in öyküsü de. Tüm coğrafyalarda umudu parıldatan sabırlar düştü payımıza. Zamanın ruhuna dokunduk. Furkan bir yağmur damlasıydı, ciğerimize sızan.

Bu hikaye yerin ve göğün buluşmasının bitmeyene ve bitmeyecek olanın hikayesidir. Her gece kafanızı gökyüzüne kaldırdığınızda bu hikayeden pasajlar okuyacaksınız. Yıldızlara bakmanız yeterli. Çünkü bu, yerin ve göğün ve hepimizin hikayesi.

İhtiyar sayı:6, Ebubekir Kurban