28 Ağustos 2010 Cumartesi

alelade


Şimdiye kadar tesadüf ettiğim onca insanlardan bir tanesi benim üzerimde belki en büyük tesiri yapmıştır. Aradan aylar geçtiği halde bir türlü bu tesirden kurtulamadım. Ne zaman kendimle baş başa kalsam, Raif efendinin saf yüzü, biraz dünyadan uzak, buna rağmen bir insana tesadüf ettikleri zaman tebessüm etmek isteyen bakışları gözlerimin önünde canlanıyor. Halbuki o hiç de fevkalade bir adam değildi. Hatta pek alelade, hiçbir hususiyeti olmayan, her gün etrafımızda yüzlercesini görüp de bakmadan geçtiğimiz insanlardan biriydi. Hayatının bildiğimiz ve bilmediğimiz taraflarında insana merak verecek bir cihet olmadığı muhakkaktı. Böyle kimseleri gördüğümüz zaman çok kere kendi kendimize sorarız: "Acaba bunlar neden yaşıyorlar?Yaşamakta ne buluyorlar? Hangi mantık, hangi hikmet bunların yeryüzünde dolaşıp nefes almalarını emrediyor?" Fakat bunu düşünürken yalnız o adamların dışlarına bakarız; onların da birer kafaları, bunun içinde, isteseler de istemeseler de işlemeye mahkûm birer dimağları bulunduğunu, bunun neticesi olarak kendilerine göre bir iç âlemleri olacağını hiç aklımıza getirmeyiz. Bu âlemin tezahürlerini dışarı vermediklerine bakıp onların manen yaşamadıklarına hükmedecek yerde, en basit bir beşer tecessüsü ile, bu meçhul âlemi merak etsek, belki hiç ummadığımız şeyler görmemiz, beklemediğimiz zenginliklerle karşılaşmamız mümkün olur. Fakat insanlar nedense daha ziyade ne bulacaklarını tahmin ettikleri şeyleri araştırmayı tercih ediyorlar. Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır. Benim de Raif efendiyi daha yakından tanımam sadece bir tesadüf eseridir.

Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali

24 Ağustos 2010 Salı

aynalar yolumu kesti



Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik;
İşte yakalandık, kelepçelendik!
Çıktınız umulmaz anda karşıma,
Başımın tokmağı indi başıma.
Suratımda her suç bir ayrı imza,
Benmişim kendime en büyük ceza!
Ey dipsiz berraklık, ulvî mahkeme!
Acı, hapsettiğin sefil gölgeme!
Nur topu günlerin kanına girdim.
Kutsî emaneti yedim, bitirdim.
Doğmaz güneşlere bağlandı vâde;
Dişlerinde, köpek nefsin, irade.
Günah, günah, hasad yerinde demet;
Merhamet, suçumdan aşkın merhamet!
Olur mu, dünyaya indirsem kepenk:
Gözyaşı döksem, Nuh Tufanına denk?
Çıkamam, aynalar, aynalar zindan.
Bakamam, aynada, aynada vicdan;
Beni beklemeyin, o bir hevesti;
Gelemem, aynalar yolumu kesti.

Necip Fazıl Kısakürek

20 Ağustos 2010 Cuma

faraday


Bir gün, Encyclopaedia Britannica'nın son baskısını dikerken Faraday'ın yaşamı tamamen değişti. Ansiklopedinin 127. sayfasındaki elektrik konusunu okurken doğa felsefecilerinin yıllardır farkında oldukları bu görünmez olayı henüz çözümleyemediklerini öğrendi. İçinde bir şeyler kıpırdandı ve Kutsal Kitap'ın daha önce binlerce kez işittiği bir ayetini anımsadı: "Dünya'nın yaratılmasından itibaren Tanrı'nın görünmez nitelikleri -sonsuz gücü ve Tanrısal yapısı- ortaya koyduğu eseri sayesinde açıkça görünür hale gelmiştir." Elektrik görünmez ve anlaşılmaz, yani "açıkça görünmeyen ve anlaşılmayan" bir şey olmaya devam ettiği müddetçe "Tanrı'nın sonsuz gücünü ve Tanrısal yapısını" doğru olarak anlayabilmek mümkün olmayacaktı. Bunun tahammül edilemez bir durum olduğunu düşünen genç adam hemen orada ve o anda bu konuya bir çözüm bulmaya karar verdi.

Dünyayı Değiştiren Beş Denklem, Michael Guillen

19 Ağustos 2010 Perşembe

bir beyit bin anlam..


Saltanat dedikleri ancak cihân kavgasıdır
Olmaya baht-u saadet dünyada vahdet gibi

Muhibbî

16 Ağustos 2010 Pazartesi

kütle çekimi


O dönemde Newton, en ünlü denklemi ve onun insanı şaşırtan sonuçları üzerinde iyice düşünmüş ve şu itirafta bulunmuştu: "Göksel olguları kütle çekimi kuvvetiyle açıkladık, ancak bu kuvvetin nedenini belirlemedik." En sonunda, bütün bunların sorumlusunun Tanrı olduğu konusunda ısrar ediyor ve şunları söylüyordu: "Güneş, gezegenler ve kuyruklu yıldızlardan oluşan bu en güzel sistem, ancak zeki ve güçlü bir varlığın bilgisi ve hâkimiyetiyle işleyişini sürdürebilir." Newton, Aristoteles'in Tanrı'yı Dünya'dan ayrı bir göksel âlemle sınırlandıran düşüncesinde hatalı olduğu sonucuna varmıştı. Aristoteles'in bu düşüncesi, Newton'ın genç çağdaşlarının bu mükemmel göksel âlemin kütle çekimiyle bozulması nedeniyle Tanrı'nın evrenden dışlandığını düşünmeleri kadar hatalıydı. Tam tersine Yaratan, küçük bir elma ve Dünya da dahil, yaratmış olduğu her şeyde daima var olmuştu, vardı ve var olacaktı. Gittikçe yaşlanan ünlü doğa felsefecisi heyecanla şunları söylüyordu: "O ölümsüz ve sonsuzdur; her şeye gücü yeter ve her şeyi bilir. ebedi ve ezelidir. Varlığı sonsuzdan sonsuza uzanır."

Dünyayı Değiştiren Beş Denklem, Michael Guillen

11 Ağustos 2010 Çarşamba

diyalektik



Diyalektik deyince derhal günümüze bir göz atalım. Her fikrin bir diyalektiği olduğuna göre bir de günümüzün şu parti hayatındaki, şurada buradaki diyalektiğe bakalım. Oradan fikrin kıymeti anlaşılır. Elinize mühim bir anahtar vereceğim. Hatırıma Şarlo'dan bir misal geliyor. Şarlo sokak çocuğunun dahi güldüğü ama en büyüklere hitap eden bir sanatkâr... Bergson isimli filozof Gülmek isimli kitabına Şarlo'dan bir bahis ilave etmiştir. Ve Şarlo, İngiltere'ye gittiği zaman İngiliz kralı istasyona kadar gelip karşılamıştır. Şarlo diyalektiğin, gülünç diyalektiğin sırrını belli etmek için bir filminde şöyle bir unsur kullanır: Bir heykelin açılış merasimi yapılacak... İşte kordelâlar kesiliyor. Bütün beylik şeyler yerinde ve nihayet oranın şusu busu, parti reisi, belediye reisi... O, şu, bu ve resmi hüvviyetler... Başlıyor konuşmaya biri... Fakat ağzından bir kelime çıkmıyor. Birtakım "cık cık"lar çıkıyor. "Cık cık cık..." Ama öyle bir âhenk çıkıyor ki "cık cık"lar âdeta kelime yerine geçiyor. Böylece Şarlo, gülünç, temel fikirden mahrum, saman ekmeğinden ibaret klişe fikir taklitlerinin kof diyalektiğini çocukları dahi güldürecek şekilde ifade eder. Heyhat ki bugün fikir hayatımıza baktığımız zaman orada göreceğimiz birtakım "cık cık"lardan başka bir şey değildir.


Hesaplaşma, Necip Fazıl Kısakürek

8 Ağustos 2010 Pazar

bir ölü


Ve ekmekle oynayanlar! Bu milletin Nasreddin Hoca'nın eşeği gibi sonuna kadar, öleceği âna kadar tahammül edeceğinden emin olanlar! Fransız İhtilâli zannetmeyin ki ansiklopedicilerden doğdu, meşhur ansiklopediciler... Fikir zeminini onlar hazırladı. Blondeller vs gibi. Ama o ekmekten doğdu. Öyle bir sefalet vardı ki XVI. Lui devrinde, Kral sefaleti görmemek için hususi bir yol açtırmıştı ava gitmek için. O da avcıydı bizim VI. Mehmed gibi. Fransızlar bu yola isim taktılar: Ölüm Yolu. Bir gün Kral, böyle menevişli şeylerin içinde, üniformalarla, asillerle ava çıkarken önünden bir tabut geçiyor. Atlar şahlanıp duruyorlar. Kral soruyor: "Bu ne?", "Bir ölü" diyorlar. "Ne ölüsü, kim var içinde?" diyor. Cevap: "Fransa var!"

Hesaplaşma, Necip Fazıl Kısakürek