26 Eylül 2009 Cumartesi

meksika sınırı



Hep bir meksika sınırım olsun isterdim,
Alamancı komşumuzun siyah beyaz tevesinde
Kovboylar hep meksika sınırına giderdi
Kimse dokunamazdı sınırı geçtiler mi
Meksika sınırı isterdim en sevdiğim şairlere
Hep hapiste olurlardı nedense
Hapis yatmış olurdu yoldaşım gönüldaşım
Saf tutmak istediğim namazda omuz omuza
Hapse düşersin derlerdi
Tutup ciğerimden yazsam
En sevdiğim filim artisi
Hapsi boylardı illa ki
Filmin en güzel yerinde
Camimizin imamı
Edebiyat öğretmeni
Meksika sınırımız olmadığından belki
Ortasında dururlardı
En canalıcı lafın
Bir damar kabarırdı cümlelerinde
Meksika sınırı olsaydı Türkiye’min
Ondokuz yaşımda sevdiğim kızla
Atlar geçerdim sınırı, kimse dokunamazdı
Yerine Gayrettepe’de dayaklar yedim
Günlerce uyutmadılar siyasi şubede
Şimdi
Meksika sınırına iki saat mesafede
Tekrarlayıp duruyorum kendi kendime
Bir meksika sınırı lazım her memlekete
Meksika’nın kendisine de.
Mehmet Efe

11 Eylül 2009 Cuma

matem ehli


Herkesin birbiriyle kucaklaştığı şu bayram gününde ne ona kollarını uzatacak bir yakını kalmıştı dünyada, ne de sevgilisinden bir haber vardı. Edirne sahrasında elpençe hizmet bekleyen baş alıp baş verir yeniçeriler, atları sırtında rüzgâra meydan okuyan akıncılar ve nihayet Anadolu ve Rumeli askerlerinin güzidelerinden oluşan 300 bin kişilik ordunun kıldığı bayram namazından sonra Ordu-yı Hümayun'da üç yüz bin sevinçli hikaye yaşanmaya başlanmıştı, ama onun hikâyesinde bir küçücük gülümseme bile yoktu. Herkesin coşkuyla kutladığı bayram sevinci onun ancak yalnızlık ve matemini belirginleştirmiş, belki içindeki acıyı çoğaltmıştı. Bu gerçeği vurgulamak üzere "Matem ehlinin sürûr-ı ıyd yasın arttırır" * dizesini o gün söyledi.

Aşkname, İskender Pala

* Dize Aşkî'ye aittir.

5 Eylül 2009 Cumartesi

bir beyit bin anlam..


Saatin çaldığı evkât değildir her bar
Müddet-i ömür gelip geçdiğine eyler âh

Koca Ragıp Paşa

4 Eylül 2009 Cuma

vav



Bütün insanlar Vav'dır. Kimisi Arap alfabesinin vavı, başı hafiften içine gömülmüş. Mahzun ve estetik. Sessiz. Vav sükûttur o zaman. Kimisi Amerikanvari bir çığlıktır: Vavvvv.

Ahir Zaman Gülüşleri, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu

o şaheserler derin bir hayal



Edebiyat, edeb kökünden türemiştir ve insana edepli olmayı öğretir. Biz, buradaki edepten kastın biraz da ruh terbiyesi olduğunu sanıyoruz. Bugün ruhlarımız inşirah bulamıyorsa bunda biraz da asırlar boyu genlerimize sinmiş olan bu terbiyeden uzak kalışımızın etkisi yok mudur sizce? Türk seciye ahlâkının tekâmül ettirdiği o şaheserleri, o tılsımlı sözleri biz bugün anlamıyoruz diye inkar etmenin akıl ve mantıkla telifi kabil midir? Br yabancı dil öğrenmek için çekilen onca emeğe karşılık belki topyekûn bin kelimeden ibaret o kültür dünyasının dilini öğrenmekten erinmemiz hangi gerekçe ile hoş görülebilir. Kaldı ki milletlerin kültürleri bir bütündür ve bütün halinde süreklilik gösterirse mana kazanır. Altı yüzyıllık bir medeniyet birikimini kavrayabilmek için bin kelimeyi çocuklarımıza çok görürsek, onları kendi ellerimizle cehalete mahkûm etmiş olmaz mıyız? Ya bir de tersi olursa! İşte o vakit Şeyh Galip'in şu beyti, bir keramet izharı misillû şairleri mısradan mısraa kanatlandırırken Anadolu coğrafyasının kadimden beri vicdanında yanan şiir meşalesini alevlendirip 21. asrın Türk şiirine kapı aralar:

Bir şu'lesi var ki şem-i cânın
Fânusuna sığmaz âsumânın*

Aşina Güzeller, İskender Pala

*Can mumunun öyle bir alevi var ki / Gökkubbe denilen fanusa sığmaz