28 Ağustos 2007 Salı

Kandilimiz mübarek olsun.

27 Ağustos 2007 Pazartesi

üç soru..

Derin uykulara dalmadan önce ilk soru:Sevgilerinizi en son ne zaman hatırlamıştınız ve sevgiyi hak edenleri en son ne zaman?!

Bir soru daha:
Sevgileriniz yalan mıydı yoksa?!

Ve son soru:
Çorak vadilere yönelmişse sevgilerimiz, çevremizi kandırmıyorsa sulara, içimizden akan Nil olsa ne?!

Âyine,İskender Pala

21 Ağustos 2007 Salı

bir beyit bin anlam..


Kemâl ehli üzre tasaddurda câhil
Acâyib garâyib; garâyib acâyib

Ruhî

20 Ağustos 2007 Pazartesi

bir mağara düşün dostum

Bir mağara düşün dostum.Girişi boydan boya gün ışığına açık bir yeraltı mağarası.İnsanlar düşün bu mağarada.Çocukluktan beri zincire vurulmuş hepsi; ne yerlerinden kıpırdamaları ne başlarını çevirmeleri kabil, yalnız karşılarını görüyorlar.Arkalarından bir ışık geliyor...Uzaktan, tepeden yakılan bir ateşten.Ateşle aralarında bir yol var, yol boyunca alçak bir duvar.Gözbağcıları seyircilerden ayıran setleri bilirsin, üzerlerinde kuklaları sergilerler, böyle bir duvar işte...Ve insanlar düşün, ellerinde eşyalar: tahtadan taştan insan veya hayvan heykelcikleri, boy boy, biçim biçim.Bu insanlar duvar boyunca yürümektedirler, kimi konuşarak, kimi susarak.Garip bir tablo diyeceksin, hele esirler daha da garip.Doğru...O esirler ki ömür boyu başlarını çeviremeyecek, kendilerini de arkadaşlarını da arkalarından geçen nesneleri de duvara vuran gölgelerinden izleyecekler.Şİmdi de mağarada seslerin yankılandığını düşün...Dışarıdan biri konuştu mu esirler gölgelerin konuştuğunu sanır, öyle değil mi?Kısaca onlar için tek gerçek var: gölgeler..Tutalım ki zincirlerini çözdük esirlerin, onları vehimlerinden kurtardık.Ne olurdu dersin, anlatayım...Ayağa kalkmay, başını çevirmeye, yürümeye ve ışığa bakmaya zorlanan esir bunları yaparken acı duyardı.Gözleri kamaşır, gölgelerini görmeye alıştığı cisimleri tanıyamazdı.Biri ona:"Ömür boyu gördüklerin hayaldi.Şimdi gerçekle karşı karşıyasın" diyecek olsa, sonra da eşyaları bir bir gösterse, "bunlar nedir" diyecek olsa şaşırıp kalır, mağarada gördüklerini şimdi gösterilenlerden çok daha gerçek sanırdı.

Bir de düşün ki esiri mağaradan çıkarıp dik bir patikada güneşin aydınlattığı bölgelere sürükledik.Bağırdı, yanıp yakıldı, öfkelendi...Kulak asmadık.Gün ışığına yaklaştıkça gözleri daha çok kamaştı.Hiçbirini seçemez oldu gerçek nesnelerin.Sonra yavaş yavaş alıştı aydınlığa.Önce gölgeleri fark etti, arkasında insanların ve cisimlerin suya vuran akislerini.Akşam olunca göğe çevirdi bakşlarını, ayı gördü, yıldızları gördü.Zamanla güneşin suya vuran akislerine bakabildi.Nihayet gökteki güneşe çevirdi gözlerini.Ve düşünmeye başladı.Ona öyle geldi ki mevsimleri de yılları da güneş yaratıyor, görünen dünyanın yöneticisi o.Esirlerin mağarada gördükleri varsa onun eseri.Ve eski günlerini hatırladı.Ne kadar yanlış anlamışlardı bilgeliği.Mutluydu şimdi, mağarada kalan arkadaşlarına acıyordu.Eski hayatına, eski vehimlerine dönmemek için her çileye katlanabilirdi.

Adamın mağaraya döndüğünü tasavvvur et.Karanlığa kolay kolay alışılabilir mi? Dostlarına hakikati söylese dinlerler mi onu? Ağzını açar açmaz alay ederler:"Sen dışarda gözlerini kaybetmişsin arkadaş. Saçmalıyorsun.Biz yerimizden çok memnunuz.Bizi dışarı çıkmaya zorlayacakların vay haline..." İşte böyle aziz dostum.Sana anlattığım hikaye kendi halimizin tasviridir.Yeraltındaki mağara:görünürler dünyası.Yücelere çıkan esir:meseller (idea'lar) alemine yükselen ruh.

Eflatun

p.s. ileri görüşlülüğün bu kadarı.. kaç asır önce söylendi, yazıldı bu satırlar kim bilir
p.s.(1) aslında ileri görüşlülükle değerlendirmek yanlış olabilir, insanın doğasından kaynaklanıyor belki de ne kadar medeniyiz desek de bir yanımız hep ilkel, doğru bir tespit olduğu su götürmez bir gerçek bu arada

babalar güzeline mersiye

Gittin; dünya bir kafes, devâ mahpus, söz ketum
Gittin; çekildi suyu can nehrinin; kaldı kum
Doruklarda bahardın, derinde servi boylu
Muhabbet savaşçısı, yiğit, cihangir soylu
Göklere yönelirdin gece gündüz, susardın
Zamanı ilmek ilmek çözüp hicranı sardın
Bu gün hüznün hayale kuyu kazdığı gündür
Bu gün kederden sabrın bile bezdiği gündür

Yetim kalmış çiçekler sana meftun bakardı
Yuvanda gülkurusu bakışların kokardı
Tenhada çoğaltırdın gözlerini kimsesiz
Gözlerin başkaları için ağlardı sessiz
Bereket dağıtırdın çocukların kalbine
Sonbaharına erip döndürüldün Rabbine
Bu gün ötenin bir dost eli sezdiği gündür
Bu gün samanyolunda aşkın gezdiği gündür

Kör bakmayı bilmezdin; özde ruhun yanardı
Rüzgâr, yağmur ve güneş seni meczup sanardı
Şimdi yansın kapılar, pencereler kırılsın
Vadiyi sel götürsün, dağ ikiye yarılsın
Öncü bir kıyametten geçtiğin ândı ölüm
Sen rüyadan uyandın; senden uyandı ölüm
Bu gün kalemin “eyvah” diye yazdığı gündür
Bu gün kardelenlere kanın sızdığı gündür

Ân gelir, seni nâçâr kılan dert nîran olur
Alıcı kuşlar gibi vurulup vîran olur
Yedi iklimden sorar düşlerini yârenler
Buhurdanlıkta taşır hâtıranı erenler
Kırlangıç yuva yapsın şimdi lâlezarına
Erguvan tohumları ekildi mezarına
Bu gün kovulmuşların katran süzdüğü gündür
Bu gün toprağın alevleri üzdüğü gündür

Nurullah Genç

16 Ağustos 2007 Perşembe

bir beyit bin anlam..


Cümle lezzetten lezîz iksîrsin ey zehr-i aşk
Zevki derdinden alan her ruh dermândan geçer

Yahya Kemal

hoşça bak zatına

Ey gönül, ey gönül, neden bu kadar gamla dolusun. Yıkıksın, kırık döküksün ama tılsımlı bir definesin sen.

Meleklerin secde etmeleri emredilen kadri yüceltilmiş bir varlıksın, bildiğin gibi değil, her varlıktan daha olgun daha ilerisin sen.

Ruhsun, Cebrail'in üfürmesiyle ikizsin, Allah'nın sırrısın, Meryem'in oğlu İsa gibisin sen.

Kendine bir hoşça bak, alemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen.

Mertebeni adlarla sanma; adların sahibindedir. Dönüp varacağın yer her şeyi yaratandır, eşyaya gideceğini zannetme.

Gördüğün gerçekleri rüya sanma, sen başka bir varlıksın; kendini her sûreti kabul eden Heyulanın büründüğü sûret zannetme.

Keşifle gerçekliği meydana çıkan manayı dava sanma, hakkında söylenen vasıfları gözüne girmek için söylenmiş sözler zannetme.

Kendine bir hoşça bak, âlemin özüsün sen; varlıkların gözbebeği olan insansın sen.


Sırrını inleyip de sakın ağyara açma; bilmezlikle inkâr çukuruna düşmekten sakın.

Ahların, sakın, sevgilinin kâkülüne değmesin, sonra Mansur gibi dâra çıkarsın.

Sakın yaradan incinip de sevgiliye aczini bildirmeye kalkışma; a çaresiz kişi bulduğun kadri yüce incileri sakın.

Kendine bir hoşça bak, âlemin özüsün, varlıkların gözbebeği olan insansın sen.


Sevgi sırlarının mahzeni, o sırlar hazinelerinin konduğu yer sendedir, sende. Erlik, yiğitlik nurlarının madeni sendedir, sende.

Gizli gizli daha nice ruh halleri var sende. Tanıyıp anlayış sende, hüner sende hakikât sende.

Baksan görürsün ki yer de, gök de, cehennem de, cennet de sende, kürsî de sende, melek de elbet sendedir sende.

Kendine bir hoşça bak, âlemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen.


Yazıktır, padişahken âlemde yoksul olmayasın, ümit ve yalvarışla bozbulanık bir hale gelmeyesin.

Ye's vadisine düşüp bir hiç olarak yok olmayasın, yolunu yitirip bela sahrasının yolunu tutmayasın.

Âdeme yapış ki gerçekten ayrılmayasın, secdeler et ki Allah reddetmesin seni.

Kendine bir hoşça bak,âlemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen.


Allah'tan gayri bütün varlıklardan, çakıp sönen, gelip giden bütün şimşekler gibi geç git. Üstüne takılan, konan çerçöpe aşk ateşini siper et (onları yak yandır).

Gönül bağlanacak şeylerin eserleri, sakın, eteğini tutmasın. Şems gibi, Mevla'yı isteyerek yola koyul, yol almaya bak.

Aynanı( gönlünü) arıt, bütün sûretler ona vursun, görünsün. Galip, hele bir duygularını derle, topla da bak.

Kendine bir hoşça bak, âlemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen.

Şeyh Galip (sadeleştirilmiş..)

2 Ağustos 2007 Perşembe

slogan ilkelin ideolojisi

Karanlıkta kavga olmaz. İdeolojiler, uçurumları aydınlatan hırsız fenerleri. İstemesek de onlara muhtacız.Kaosu kosmos yapan insan zekası, tecrübelerini ideolojilerde sergilemiş.İdeolojiye düşmanlık, tek izm'e teslimiyettir: obskürantizme.İdeolojiler siyaset dünyasının haritaları.Haritasız denize açılınır mı? Ama harita tehlikeli bir yolculukta tek kılavuz olamaz.Pusulaya da ihtiyaç var.Pusula: şuur.Tarih şuuru, milliyet şuuru, kişilik şuuru.İdeolojilerin peşine takılanlar pusulasızdırlar.Gemi ya kayalara çarptı ya batağa saplandı.İdeolojilerin ışığına göz yumanları sloganlar yönetir.Karanlık kinlerin birbirine saldırttığı çılgın sürülerin savaş çığlığıdır, slogan.İlkelin, budalanın, papağanın ideolojisidir.Düşünce ile çığlık bağdaşmaz.Şuurun sesi çığlık değildir.Yabani bağırır, medeni insan konuşur.Bu çocuklar yıllarca konuşturulmadı.Hınçlarını üç beş kelime ile suratımıza tükürüyorlar.İdeolojileri yasakladığımız için hışımlarına uğradık.Demokrasinin demopedi olduğunu kimse düşünmedi.Aczin hürriyetperverliği yalanların en namussuzu.Bahşedilen hürriyet, ölmek ve öldürmek hürriyeti.
Toprak sarsılıyor!..Hep birden esfel-i sâfiline yuvarlanmak istemiyorsak, gözlerimizi açmalıyız.İnsanlar sloganla güdülmez.Düşünceye hürriyet, sonsuz hürriyet.Kitaptan değil kitapsızlıktan korkmalıyız..Bütün ideolojilere kapıları açmak, hepsini tanımak, hepsini tartışmak ve Türkiye'nin kaderini onların aydınlığında fakat tarihimizin büyük mirasına dayanarak inşa etmek.İşte, en doğru yol.

Bu Ülke,Cemil Meriç

1 Ağustos 2007 Çarşamba

bir beyit bin anlam..


Göz yum cihâna aç gözünü dem gelir geçer
Sen göz yumup açınca bu âlem gelir geçer

Abdülhak Molla

virgülü kaybettik


Osman Nevres Efendi diyor ki:

Önün ardın gözet, fikr-i dakîk et, onda bir söyle
Öğütme ağzına her ne gelirse âsiyâb-âsâ


Şu demek:Sözü söylerken önünü ardını gözet ve on kez düşünüp bir kez söyle.ağzına gelen her şeyi değirmen gibi hemen öğütüverme.

Sözü söylerken on defa düşünmeyi, onu en güzel ve sanatlı şekilde söylemeyi nasıl da unuttuk birden.Bir vakitler, konuştuğunda herkesin sustuğu, yazarken kaleminden dimağa lezzetler yayılan söz sultanları yaşardı bu coğrafyada oysa.Galiba bir rüzgar esti üstünden kentin ve sözün efendisi virgülü yitirdi birden.O zaman geniş, sanatlı, bol çağrışımlı, zengin ve tabii olarak zor cümlelerden korkar oldu ve basit ifadeler, kısa anlatımlar kullanmaya başladı.İfadede bir kargaşayla karşılaşmıyordu gerçi ama konuştuklarının etkinliği, güzelliği, estetiği ve sanatı kısmen kaybolmuştu.Cümleleri basitleşince gitgide düşünceleri de basitleşti ve bu, gün geldi kişiliğine yansıdı, sıradan ve hatta önemsiz kıldı.Efendiğini mi yitiriyordu ne?!..

Bir başka gün, o rüzgar ünlem işaretini alıp götürdü.Şimdi alçak sesle ve ses tonunu değiştirmeden konuşur olmuştu usta.Artık ne kızıyor, ne seviniyor, ne de heyecanlanabiliyordu.Hayatının renkleri kaybolmuş gibiydi.Yeknesak yaşamaya işte böyle başladı.Ustalığı yoktu artık.

Bir süre sonra, soru işaretini de yitirdiğini gördü.Soru sormaz, soramaz olmak onu kendi içine kapatmıştı.Hiç bir şey onu ilgilendirmiyordu artık.Kalbinden geçen sevgilerin nedenini, zihnini bulandıran düşüncelerin niceliğini, dış dünyada olup biten olayların gerçeğini anlayamıyordu.Ne evren, ne dünya, ne ülke, ne de kendisi umrundaydı artık.Çocukken merak ettiklerini bile meark etmekten uzaklaştı.

Birkaç yıl sonra sözcü, üst üste iki noktanın anlamını unuttu.Davranışlarının sebeplerini açıklamaktan vazgeçmeye o zaman başladı.Başkaları da onunla ilgilenmez olmuşlardı.Büyük bir yalnızlığın içinde kalmış, kalabalıklar arasında tek başına yaşar olmuştu.Ailesi, çevresi, işi, mesleği, sosyal hayatı var mıydı, yok muydu, unutmuştu.Sözü kaybetti.

Ömrünün sonuna doğru elinde yalnızca tırnak işaretinin kaldığını fark etti.Kendine özgü tek düşüncesi yoktu artık.Kendinden sıyrılmış olarak yaşamak, başka birisinin yerine yaşamak kadar tatsız, boş ve anlamsızdı.Üstelik başkalarının düşüncelerindeki sorumlulukları yüklenme endişesi de iyiden iyiye belini bükmüştü.

Noktaya geldiğinde sıra, düşünmeyi ve konuşmayı da unuttu.Kaybettiği nokta son nefesinde onu beklemekteydi oysa.

Dil bir ayna idi, insanın gerçek yankısını dışa aksettiren.Ve aynalar ya güzelleşmek ve süslenmek ya da çirkinliğimizi görüp gidermek içindir.Aynayı kırmak, çirkinliğimizi başkalarının gözünden değil kendi gözümüzden saklar.

Gözgü,İskender Pala